* Fehmi Koru
Erzincan/İliç’te meydana gelen olayda siyanürlü topraklar altında kalan dokuz işçinin hayati durumu hakkında henüz kesin bir bilgi gelmedi. Hepimizin duası, işçilerin tez zamanda ailelerine kavuşması…
Yalnız aradan tam üç gün geçtiği için işçilerin akıbetiyle ilgili umutlar azalıyor, bu da yaşanan olayın ayrıntılarına olan dikkatleri daha da artırıyor.
Türkiye’nin çeşitli yörelerinde altın madeni ruhsatlı çalışmalar yapıldığı ve bunların neredeyse hepsinin yabancı şirketler eliyle gerçekleştirildiği 1990’ların başından beri biliniyor.
O eylemin muhatabı olan altın madeni işleticisi, Almanya menşeli Eurogold firmasıydı.
Erzincan/İliç’teki altın madeni Kanadalı Anagold firmasına ait.
Farklı şirketler mi?
Tam değil.
Bergama’daki direnişten yılan Eurogold firması, sonuç alamayacağını anlayınca, yalnız Bergama’yı değil, ruhsatını aldığı başka yerlerdeki altın madeni çalışmalarını da Kanadalı firmaya terk etmişti.
O firma da, herhalde sağlam yerlerden gelen tavsiye üzerine, her madende yanına yerli bir firma alarak yoluna devam etti.
İnternet ansiklopedisi Wikipedia’ya göre, halen ülkemizde 15 yerleşim bölgesinde altın madeni bulunuyor.
Onlar da şu yerler: Bakırtepe, Çöpler, Çukuralan, Efemçukuru, Himmetdede, Kaymaz, Kışladağ, Kızıltepe, Lapseki, Mastra, Ovacık, Öksüt, Sait, Söğüt, Tepeköy…
İliç’te meydana gelen çöküntünün olduğu maden, yukarıdaki listenin ikinci sırasındaki Çöpler köyünde…
Kanada firması, altın madeni işine girme niyetiyle ön araştırma yapmak üzere ülkemize geldiğinde, çok değişik kesimlerle de görüşmüştü. Görüştükleri kişiler, firma yetkililerine, en fazla altın elde etmede kullanılan siyanür konusundaki toplumun hassasiyetini hatırlatıyor, onlar da kendilerinin madenlerinde farklı bir yöntem uyguladıklarını söylüyorlardı.
Sanıyorum, ruhsat devri için başvurduklarında, resmi makamlara da aynı teminatı vermişlerdir.
Oysa, İliç’te yaşananlar tesiste siyanür kullanıldığını açığa vurdu.
Bir şeyi daha: Toprak üstüne toprak atılmasıyla ortaya çıkan yığıntının bir gün çökeceğini hiç düşünmediklerini…
Yükselen tepkileri azaltmak amacıyla İliç’e gittikleri anlaşılan bakanlardan biri, siyanür kullanılarak elde edilmiş altının çıkarıldığı toprakları oradan taşımak için, en az 400 bin kamyona ihtiyaç olduğunu söyleyiverdi.
Ancak 400 bin kamyonun taşıyabileceği devasa bir toprak yığını; toprak öylesine üst üste yığılınca dağ olur ve bir gün gelir dağ da çöküverir.
Dağ dokuz insanımızın üzerine çöktü.
Kim bilir ne zamandan beri “Geliyorum” demiştir felaket…
Her zaman olduğu gibi, bu olaydan sonra da sorumlu/lar aranıyor.
Sorumlular bulunsa ne olacak peki?
Ülkemizde yaşanan -hatta bazısı bundan çok daha fazla- can alıcı felaketlerden sonra sorumlular bulundu mu? Bazen bulunan sorumlularla ilgili olarak, hangi olayda, kurbanların yakınlarını tatmin edecek bir sonuç alınabildi?
Cevabı herkes tarafından bilinen sorular bunlar…
Eskiler “Kabahat samur kürk olsa kimse sırtına almaz” demişler. Dikkat edildiyse, bu olayda da ‘sorumlu’ -hatta ‘suçlu’– gözüyle bakılabilecek hangi kurum ve kişi varsa, ya kendileri ya da onlar namına konuşan birileri, “Sorumlu ben değilim”, “Biz sorumlu değiliz” demekteler.
Geçmişte hiç değilse küçük çaplı biri üzerine yıkılırdı sorumluluk, son zamanlarda bu da yapılmıyor.
Önümüzde yerel seçim var ve Anagold’un İliç’teki altın madeninin ruhsatını alabilmesini sağlayan ÇET raporunun altındaki bakan imzasının sahibi, iktidarın İstanbul belediye başkanı adayı; olay biraz da bu yönüyle güncel siyasetin bir parçası…
Bu defa durum farklı olur mu?
Unutturulmazsa farklı olabilir elbette, ama bizde neler unutulmadı ki?
Dualarımız dokuz işçinin sağ-salim çıkartılması için…
* Bu yazı fehmikoru.com sitesinden aynen alınmıştır